İhsan Oktay ANAR’ın Puslu Kıtalar Atlası İsimli Eserinin İncelemesi
İhsan Oktay ANAR |
Puslu Kıtalar Atlası
![]() |
Strigilis |
İhsan
Oktay ANAR’ın Ege Üniversitesinde verdiği Felsefe Tarihi ve Antik Yunanca Derslerinde
bulunmak şansına erişmiş olanlardanım. Yalnızlığı seven, ortalamadan oldukça
uzun boylu, iri yarı görünüşüne karşın olağanüstü nazik ve öğrenci görüşme
saatleri olarak ilan ettiği saatler dışında kampüste bulunmayı pek de sevmeyen
bir adamdı. Dersleri dışında konuştuğunu duymak zordu. Bir gün derse geldi ve
şunu sordu: “Arkadaşlar, boş verin dersi. Henüz sabun icat edilmemişken
insanlar nasıl temizlenirlerdi biliyor musunuz?” diyerek “strigilis” in
kullanılışını anlatmıştı.
Bir başka sefer de takvimin, saatin icadından,
zamandan ve tarihten bahsetmiştik. Orijinal karakteri her daim insanı
şaşırtmaya hazır detaylarla ve sürprizlerle doluydu. İhsan Hocamın karakteristiklerini
romanın derinliklerine sirayet etmiş izlerinden çıkarsamak mümkündür.
Romanın ismiyle başlamalı. Kitabın ismindeki ‘puslu’
sıfatı atlas için mi? yoksa kıtalar için mi? kullanıldığı belirsizdir. Bir
diğer deyişle puslu kıtaların atlası mıdır? Yoksa kıtaların puslu atlası mıdır?
Kitabın isminin içerdiği belirsizlik aslında kitabın her satırına sinmiş ve çözdükçe
düğümlenen, düğümlendikçe giriftleşen pek çok kadim gizemin habercisidir.
Yazar, ilk iş olarak kitabın ismiyle bizi
karşılaşacağımız şeye hazırlar ve ilk paragrafta okuru kalbinden yakalar;
“Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve erbab-ı livata rivayet ve ilan, hikayet ve beyan etmişlerdir ki, kun-ı kainattan 7079, İsa Mesih'ten 1681 ve Hicretten dahi 1092 yıl sonra, adına Konstantiniye derler tarrakası meşhur bir kent vardı.”[1]
Bu
cümlelerdekiler bir masala başlamadan önce söylenen tekerlemelere veya bir büyü
yaparcasına mırıldanan abrakadabravâri sihirli sözcüklere benzer. Okur, daha
kitabın ilk satırlarında, bilmediği bir dilde yazılmış bir metne başlar gibidir.
Kitap içerisine girmek yerine daima okuyucuyu izleyici pozisyonunda tutacak bir
dille yazılmıştır. Elimize sözlük alarak okumaya çalışmak yıldırıcıdır, öyle ki
bu güçlüğü aşmakta okurlar tarafından kitaba özel sözlük düzenlenmiştir.[2]
Kitaptaki sözcükler arasında bildiklerinize başvurarak, bilmediğiniz
kelimelerden örüntülenmiş boşlukları muhayyilenize başvurarak doldurmaya
çalışmak okuru büsbütün çaresiz hissettirir. Hikâyeler anlatan anlatıcının
sihirli tuzağına tam da burada düşerek yazarın, satır aralarına ustaca
gizlediği gerçeği sonsuz bir arayışa düşenler: “Bilgiye olan aşk ve bilmeye
duyulan tutkunun oyuncağı.” olmaktan bir aşığın kaybettiği aşkının yeisle peşine
düşmesi duygusunu içten içe duyumsamaktan kendilerini alamayacaklardır.
Kitaptaki
hikâyelerden çok karakter ve olayların örüntüsü, zamanda ileri ve geri gidiş
dönüşleri ile anlatılması anlaşılması güç eserler arasına ekler. “Yazarın romanlarının dokusunda tarih, felsefe,
psikoloji, fizik, matematik, coğrafya, teoloji, mitoloji, halk bilim, müzik,
resim, sinema gibi çok çeşitli disiplin ve alanların yanı sıra özellikle geleneksel
anlatı türlerinin etkisi belirgin bir şekilde hissedilir. Anlatım mitler,
destanlar, masallar, efsaneler, menkıbeler, halk hikâyeleri, meddah hikâyeleri,
kıssalar, seyahatnameler, mesnevîler, tezkireler, vakayinameler ve kutsal
metinlerle o derece iç içe geçmiş ve kaynaşmış durumdadır”[3]
Bir
yandan da kitabın ilk katmanını oluşturan birbiri ardınca gelen hikâyelerin,
görünürdeki sığ, eğlenceli fakat sathî anlam dünyasında kalarak alt katmanlara
inmenizi engelleyecek denli çeşitlilik sunar. Bu tıpkı iştah açıcı ancak
midemizi değil ruhumuzu beslemekte işe yarar bir meyve gibidir. Zahirdeki anlam,
meyvenin bu tatlı etli sulu ve lezzetli kısmıdır ve eğer bu kısım sizi doyurur
da kalanı bir yana atarsanız, kalbindeki sert çekirdeğin altındaki batın, kıymetli
ve derin anlamları ıskalayacaksınız demektir.
Helezonik
zaman anlayışı ve zaman içinde gelgitlerle anlatılmak istenen hikâyelere bir
sahne oluşturmaktan öte anlama sahip değil sanırsanız yanılırsınız. Sizdeki
zaman duygusunu bükmek ve zamansızlıkta asılı dururken geçmiş, şimdi ve
geleceğin bir ve aynı hakikatin sadece mekana ve harekete göre sadece farklı
modusları, aspektlerini sunduğu, hatta değişen insanlara ve kültürlere rağmen
aynı kalan şeylerin birbirleriyle nasıl olup da ilişki kurduğunu anlatırken
değişimin yanılsama olduğu bir dünyadan “Hakikât aleminden” haber verir. Kullanılan
her isim ve anılan her mekân aslında bize bir zihinde çağrışım yaratmak üzere kurulmuş
bir tuzaktır; fakat aynı zamanda okurları bir yerlere alıp götüren metaforlara yataklık
eder. “Yazarın ustalığı bizi oraya götürmesinden çok götürdüğü yerden geriye
getirmesidir.” Sözünü gerçekleştirir. Zamansal öncelik ve sonralık ilişkisinden
doğan yatay zaman fiziksel olarak ‘o anda ve hemen öncesinde ve sonrasında ‘burada’lığı
zorunlu kılar ve bizi şimdiye, öncenin ve şimdinin şahitliğine mahkûm eder.
Bizleri hem şimdinin zincirlerinden hem de “sadece bir hayatı yaşamak”
lanetinden azat edecek yegâne iksir rasyonel olandan uzaklaşmak, sezginin
güvenilmez puslu sularına yelken açmak dikey olarak tüm insanlık tarihinde
yazılı ve anlatılmış olanlar arasında seyahat imkânı sunar. İşte bu puslu evrendeki
‘puslu kıtalar’ın ‘puslu atlası’dır bu kitap. Kitabın asıl başarısı eklektik
konusundaki dehasında yatar. Yüzlerce ve binlerce kilometre ötede başlayan ve
biten hayatlara ait yollar gizemli bir şekilde bu atlasta kesişirler. Başka
başka mekânlarda başlayan hayatlar, ister onlarca, ister yüzlerce ve isterse
binlerce yıl önce ve sonra olsun yine de kesişirler. Kesişen hayatlar, kesişen hayatları
birbirine bağlayan nesneler, mekânlar ve insanlar aslında size masalın
içerisinde olduğunuza ve hatta masalın siz olduğunuzu inandırmak içindir.
Hayat, hayallerden bile akla gelmedik yaratıcılıkta bağıntılar kurabildiği
gerçeğini yaşatarak ispatlar. Okur, ava giderken avlanmış ve kendi hayal
gücünde var edeceğini sandığı dünyanın aslında bir başkasının hayalindeki
imgeler olduklarını onlara duyumsatmıştır. Uzun İhsan Efendi, bu alt metinlere
ait düşünceyi şöyle dillendirir ve der ki; “Dünya bir masaldır.” Dünyanın masal
sizin bir masal kahramanı olduğunuz mekânda gerçek ve hayal bir birine
karışmıştır. [4]Mekânı eski
İstanbul (Konstantinapolis), tarihi 1681 olarak belirlemesi dahi sadece
anlatacağı gerçek üstü şeyler için gerçekçi bir zemin, anlatılanları masal
sanmanızı önlemek için konmuş gerçeğin nirengi noktalarından öte değildir. “Anar,
hemen hemen tüm romanlarında kurgunun geçtiği zaman dilimi içindeki dili roman
diline uygulayarak bir Osmanlı argosu oluşturur. Oluşturulan bu dil, anlatılan
dönemin tarihi özelliklerini yansıtmaktan ziyade romandaki gerçeklik algısının
belirginleştirilip silinmesi, ironinin baskın hale getirilmesi, tasarlanan
anlatıcı değişikliklerinin hissettirilmesi gibi işlevler için yaratılmış
stilize bir dildir. Puslu
Kıtalar Atlası romanının giriş
kısmı bu stilize dilin bir örneğidir. Yazar bu biçimde okuyucusunda anlatacağı
metin hakkında bir algı yaratma çabasındadır. Yazar, okuyucusuna okuyacağı
kurguyu bazen bir masal gibi, bazen belirtilen tarihte geçmiş gerçek bir olayın
rivayeti gibi, bazen de gerçek gibi algılaması hususunda bir ön algı verir”[5]
Yazar,
en alt katmandaki derinliklerde yapıyı; okur ve kahraman arasındaki ilişki
üzerinden kurgular. Kitapta rüyaları vasıtası ile bir dünya haritası çizmek
isteyen kahraman Uzun İhsan Efendi’nin İhsan Oktay Anar’ın kendisi olduğu
sıklıkla ima edilir.
"Ne var ki ben, kendimle ilgili
bazı meseleleri hâlâ çözebilmiş değilim. Rendekâr düşünüyor olmasından
varolduğu sonucuna çıkarıyor. Ben de düşünüyorum, dolayısıyla varım, ama kimim? Galata'da,
Yelkenci Hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi, yoksa bugünden tam
üç yüz sekiz yıl sonra, sözgelimi İzmir'de oturan mahzun ve şaşkın adam mı?
Hangimiz düş ve hangimiz gerçek?”
Bu
kurguya göre Uzun İhsan Efendi’nin oğlu Bünyamin adlı roman kişisi de yazarın
roman kahramanı olarak kullandığı kurgusal kişiliktir. Romandaki yazarın
temsilcisi olan Uzun İhsan romandan çıktığında “sağ el” anlamına gelen Bünyamin
kişisinin oyun içerisindeki konumu daha açık bir şekilde anlaşılabilir. Kitaptaki
başkişi, hiçbir fazladan yeteneği veya erdemi bulunmayan sade bir insan ve bir anti-kahramandır.
Onu kitabın kahramanı yapan yegâne şey her insanda bulunana alelade meraktır.
Babasının neden sürekli uyuduğunu, ne yiyip ne içtiğini, nasıl geçimini
sağladığını merak eder ve önüne çıkan babasının bıraktığı yönergeleri ve iç
sesinin onu yönlendirmelerine göre hareket eder. Metnin içindeki yazar, Uzun
ihsan efendinin kimliksizleştirilip meçhule veya gaibe gönderilmesiyle sahneden
çekilirken yazar da bir kahraman olmaktan böylece çıkarsa da zihnimize tüm bu
kurguyu düşleyenin kendisi olduğunu tohumunu atar.
“Kör ve sağır olmama rağmen seni hem görüyor, hem de duyuyorum oğlum" dedi… aslında seni görüp duymaktan da öte, hem seni, hem de içinde yaşadığın dünyayı düşünüyorum… sizler, hepiniz, içinde yaşadığınız dünya, Konstantiniye, her şey sadece ve sadece benim düşüncemde varsınız…. “her şey ben ve benim düşüncelerimden ibaret olsa da bu dünyada yaşamak zevkli bir şey" diyordu, "sen! oğlum! Sen benim zihnimde bir düş, bir düşüncesin. Bana şu anda dokunuyorsun… Ama ben sana dokunamıyorum. Çünkü düşlere dokunmak mümkün olabilir mi?"[6].

Üç Kutsal Kitaba Gönderme:
Kitap
katmanlardan oluşur. Her katman derinliğini sezebilecek sezgilere ve birikime
sahip olana gizli olarak sunulur. Bizi Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt
kitabının mottosu olan cümlenin tezahürü gibidir: “Öyle bir kitaptır ki hem
herkese göredir hem hiç kimseye göredir.”[7] Öte yandan kitaptaki tüm isimler tarihsel
karakterlerin harf oyunlarıyla veya doğrudan sunulmuş halleridir. Yani bir
diğer deyişle insanlık tarihindeki olayların ve kişilerin yeniden canlandırması
yapılacak gibidir.
İncil:
Roman
Latince bir Epigrafla başlar. Neden herhangi bir dil değil de Latince? Latince
kutsal kitap İncil’in dili olmak bakımından kutsal bir dildir. Bunun nedeni
aslında yabancı ve artık çoktan konuşulmayıp ölmüş olan dillerde yeniden bir
hakikati seslendirme isteği olabilir. Kullanılan diğer epigraf ise Eski Ahit’ten
alıntıdır. Böylece “gizemli” bir giriş yaparak aslında hiçbir şeyin göründüğü
gibi olmadığını ima eder.
"tui lucent oculisicut solis radiisicut splendor fulgurislucem donat tenebris"[8]
yani;
gözlerin
güneşin okları gibi parlak
aydınlatıyor karanlıkları
bir şimşek gibi çakmak çakmak
“Theatre of Tragedy” isimli Danimarkalı metal grubunu “Venus” şarkısında geçer pagan kültürünün ortaçağlar boyunca nasıl yaşadığını
gösteren, Carmina Burana seçkisinden
bir bölüm. Böylece Pagan inancına da gönderimde bulunur. Buradaki iki baş
harften oluşan kısaltma gizli bir sevgiliye olabilir sanmayın. Çünkü lise aşkı
“Özlem” Hanım ile evlendiğini biliyoruz. Gerçek hayattan da tanıdığım için bu
konuda en küçük bir meyli olmadığını söyleyerek bu teoriyi çürütmeli.
Tevrat:
Baş
kahraman Bünyamin, İbranice’de
‘Benyamin’dir ve ilk anlamı “Sağ elimin oğlu”, yani gözde oğul anlamına
gelir. İkinci anlamıyla Yakup Peygamber'in 12 oğlunun sonuncusu olan Bünyamin'in
annesi, Bünyamin'i doğururken ölmüştür. Bu sebeple Yakup Peygamber ona
benoni-yarmin ismini vermiştir. Modern İbranice'de ‘Binyamin’ olarak geçer. Benoni
"kederimin oğlu" anlamına gelir. 'Yarnim' ise yıl-yıllar anlamına
gelir. Bunu bire bir çevirirsek devam
edersek 'kederli yılın oğlu' - 'acı yılın çocuğu' ya da 'acıların çocuğu' gibi
anlamlara gelir. Gerçekten de Bünyamin ismi ile müsemma’dır yani isminin
kaderini yaşar ve mutluluk nedir bilmez.
Tevrat
alıntıları ile birlikte düşünüldüğünde iyilik/kötülük, aydınlık/karanlık çatışması
ile ilgi taşıyan bir boyut ortaya çıkar. Romandaki ikinci epigraf Tevrat’tan
alınmıştır. Alt alta romanın başlangıcından önce tek bir sayfada verilmiş olan
alıntı romanın içeriği ile ilgili bir açıklayıcılık taşır. Tevrat’ın şeytandan
bahseden Eyüb ve İşaya bölümlerinden alınan parçalar, “romanın dışında bir
açılış sözü gibi görülse de aslında vakanın başlangıcı ya da bir anlamda eserin
prolog kısmıdır. Bu alıntı kurgu-gerçek bağlamında okuyucuyu gerçeğe çekmek
düşüncesinden de kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda eserin odaklandığı fikirlere
de ipucu teşkil eder” (Yeşilyurt, 2007: 1814):
“Boşluğun üzerine kuzey göklerini yayar Hiçliğin üzerine dünyayı asar.” (Eyüb, 26: 7 )
Epigrafın kurguya dair verdiği ipucu öncelikle boşluğa dairdir. Romanda boşluğu arayıp
onu dünyevi bir enerjiye dönüştürme çabası, Ebrehe’nin şeytanî planıdır. Bu
biçimde hem boşluk hem de şeytanilik konusunda kurgu hakkında bir ön algı
oluşturma işlevi sağlanmış olur. Romancının roman yazarken var olmayan bir
düzlemi yaratarak dünya içinde yeni bir alan açması bir boşluk üzerine bir
dünya inşa etme çabası olarak düşünüldüğünde yapılan alıntının eserin
kurgulanma biçimi ve İhsan Oktay Anar’ın yazarlık anlayışı ile ilgili de
çıkarımlar yapılabilmesi mümkündür. Nitekim Uzun İhsan’ın Bünyamin’e verdiği ve
aynı zamanda romanın ismi olan Puslu Kıtalar Atlası’nın roman içinde kullanılan
bir diğer adı, boşluk atlasıdır. Bu alıntının hemen altında yine Tevrat’tan
alınmış ve şeytanın kibrini ifade eden bir başka alıntı bulunur:
“Ey parlak yıldız, seherin oğlu, Göklerden nasıl da düştün! Ey ulusları ezip geçen, nasıl da yere yıkıldın! İçinden, "Göklere çıkacağım" dedin, "Tahtımı Tanrı'nın yıldızlarından daha yükseğe koyacağım; İlahların toplandığı dağda, Safon'un doruğunda oturacağım. Bulutların üstüne çıkacak, Kendimi Yüceler Yücesi'yle eşit kılacağım." (Yeşeya 14)Bu alıntıda, “boşluğu” bulmaya çalışan Büyük Efendi Ebrehe’nin boşluğu bulup bu sayede dünyanın sırrını çözeceğine inanması ile ilgili bir gönderge vardır. Hatta Ebrehe’nin aradığı şeytan parası boşluktan yaratılmıştır. Boşluk imgesi ustaca kurgu içinde gerçek hayal çatışması ile paralel bir biçimde konumlandırılmıştır.
İslam
Dinini doğrudan anarak eleştiriye maruz kalmamak için ondan dolaylı olarak
bahseder. Baş karakterlerden Uzun İhsan Efendi’nin ismini araştırırsak: İlk
anlamıyla yazar kendi ismini anmaktadır ancak İhsan isminin Ebced hesabına göre
karşılığı 120’dir ve 120 nin karşılığı Kur’an’ın Kalbi olan “Yasin Suresi”[9]
dir. Uzun İhsan Efendi'nin ölümden kaçarken saklandığı mahallelerin isimleri
bir hayli ilginçtir: "Selam, Aden, Meva, Elhalid, Makame, Naim, Heyevan,
Firdevs..." Bu mahalle isimleri cennetin pek çok katmanıyla aynı isimleri
taşıyor. Dar'us selam, Cennet-i Adn, Cennet'ül me'va, Dar'ul Mukame, Cennet'ün
naim, Firdevs cenneti gibi. Uzun İhsan'ın bu mahalleleri gezerek Ölüm'e ya da
bizlere ne anlatmak istediği ise tesadüf olamayacak denli özenle seçildiği
bellidir.
‘Ebrehe’
Kur’an’da Fil suresinde bahsedilen krallardan biridir. ‘Ebrehe’ Müslümanların Hac
ibadetini engellemek için Kabe'yi yıkmak ve Kabe'nin enkazını fillerle Yemen'e
taşımak için dört bin fil ile üç yüz bin Habeşli'den oluşan ordusuyla harekete
geçmiş olan kişidir. Romanda ise kurduğu gizli haber alma teşkilatı ile kıyamet
alametlerini engelleyerek kıyameti engelleme tutkusu olan kişidir. Bu uğurda
her tür bilgiye sahip olma ve bu bilgiyle kendinden geçme ve esriklik halinde
yaşar.
Karakterlerden
‘Rendekâr’ Rene Descartes’ın okunuşu olan harflerin (Rene Dekart)
birleştirilmesinden türetilmiştir. “Yöntem Üzerine Konuşma” eserinin,
Rendekar’a atfedilen “Zagon Üzerine Öttürme” adıyla, ince bir alay konusu iken,
öte yandan gerçekliğin sorgusunda kullandığı “bir yöntem olarak şüpheciliği” merkezi
bir kurgu yöntemi ve öğesi olarak kullanılması Puslu Kıtalar Atlası’nı metinlerarasıcılığın
en iyi örneklerinden kılar.
Bünyamin
gizemli olaylara kafa yoran ve sonunda işin sırrını, yani romanda yaşanan her
şeyin kendi düşleri olduğunu çözen Uzun İhsan Efendi’nin düştüğü zor duruma
düşmüştür. Babasının gözlerinin oyulmasına, kulaklarının kesilmesine karşın
nasıl kendisini görüp duyabildiğini anlayamayan Bünyamin’in ondan aldığı yanıt
kitabın ana temasını oluşturur:
“Kör ve sağır olmama rağmen seni hem görüyor, hem de duyuyorum oğlum” dedi, “Aslında seni görüp duymaktan da öte, hem seni, hem de içinde yaşadığın dünyayı düşünüyorum. (…) Sizler, hepiniz, içinde yaşadığınız dünya, Konstantiniye, her şey, sadece ve sadece benim düşüncemde varsınız. (…) Rendekar yanılıyor: Düşünüyorum, ama sadece ben var değilim. Düşündüğüm için asıl sizler varsınız; sizler ve içinde yaşadığınız dünya.[10]
Böylece
kitap yeni bir boyut kazanır. Destanlarda, kutsal kitaplarda alışageldiğimiz
olayların yukarıdan izleyen bir kişi tarafından “aktarılır” gibi bir dil
kullanılır.
Kutsal
kitaplardaki gibi ana kahramanlar erkektir ve ataerkil bir yapıyı işaret eder.
Tek
gerçek kadın karakter Bünyamin’in aşık olduğu Aglaya’dır. Bu isim bize
Dostoyevski’nin ‘Budala’sından tanıdık gelir. Öte yandan yine onlardaki gibi
mesellerle, emsaller gösterilerek ve benzetmelerle hakikati işaret etmek ister.
Hakikat peşinde olmak, görünenin ardında bir gerçekliğe işaret aramak da
İdealizme özgüdür. Platon, ideal devletine son şeklini verdiği “Yasalar” isimli
eserinde ideal toplumunda Tanrısal sözler içeren ve gençlerin aklını karıştıran
eserler yerine “yasalar” okunmasını uygun görür. Böylece onun kaleme aldığı
eser bir kutsal kitap ve bir peygamber olacaksa Platoncu İhsan Oktay ANAR kutsal
kitapların az bilinenlerinden birine de gönderim yapar ve modern zamanların
mistik eserlerinden birini kaleme alır.
“Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safâdan, lezzet ve şehvetten bir âlem kurup, keder ve ıstırap, fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı.”[11]
İster
fildişi kulesinde ister bir mağarada tefekküre dalsın ilham ve sezginin konusu
olan hakikate ulaşma arzusu insanın gerçek hayattan kopuşunu zorunlu kılar. Bir
dikotominin çözümü İhsan Oktay ANAR için hakikati puslu bir aleme ait
gerçeklerden oluşan gerçek dünyada bir yerlere saklamaktır. Kahraman bunun
peşine düşerek insanın bilmeye olan ezeli ve ebedi açlığını hatırlatır. Öte
yandan bir başka kısım insan ise hayatın unutturuculuğuna sığınarak hakikatten
kaçar. Çözüm Puslu Kıtalar Atlasının satır aralarındadır.
![]() |
Almanca Çevirisi |
![]() |
Çeşitli dilllerde çeviriler |
[3] Özdemir, Gülseren (2010) Metinlerarasılık Bağlamında
İhsan Oktay Anar Romanlarının Geleneksel Anlatı Türleriyle İlişkisi, II. Türk
Dünyası Kültür Kongresi, Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü,
İzmir.
[10]
İhsan Oktay ANAR, Puslu Kıtalar Atlası
S.127
[11]
Age sy.90
Harika gercekten
YanıtlaSil