Yüzyıllık Yalnızlık Gabriel Garcia Marquez İnceleme
Yüzyıllık Yalnızlık
Gabriel García Márquez
"Rüyaların yapıldığı maddeden
yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçücük hayatlarımız.”
William Shakespeare.
Gabriel García Márquez, kapsamlı bir hayal gücü eserinde, yalnızlığa mahkûm edilmiş Buendía ailesinin yedi neslinin hikâyesini anlatıyor. Latin Amerika'daki patlamanın doruğunda, Yüzyıllık Yalnızlık ilk kez 5 Haziran 1967'de Buenos Aires'teki Editorial Sudamericana tarafından yayımlandı.
Yüzyıllık
Yalnızlık anlatısının sadeliği, diyalog içermemesi, okuyucunun olay
örgüsünü anlamasını kolaylaştırır. Bununla birlikte, karakterlerin isimlerinin
tekrarı, bizler tarafından ilk bakışta anlamlı olmamasına rağmen, eserin
tamamına bakarak anlamlandırılabilir. Ayrıca kimin kim olduğu ne zaman ortaya
çıkıp ne zaman kaybolduğunu takip etmekte zorlandığımız için not almayı veya
daha önce okumuş olanların çıkarttığı karakterlerin bir haritasına ihtiyaç
duyulabilir. Ayrıca ilk bakışta bir soyun hikâyesiyken yapılan göndermeleri
bilenler için örtük biçimde hatta zaman zaman açıkça tüm bu değer ve
kavramlarla hesaplaşmasını takip edebiliriz.
Latin Amerika’da Gabo kısaltmasıyla tanınan,
bizlerin Gabriel García Márquez olarak tanıdığı yazarın asıl ve tam ismiyle
“Gabriel José de la Conciliación García Márquez” Kolombiya doğumludur.
García ise yaygın kullanılan etimolojik kökeni hayli tartışmalı bir soyadıdır. Bask dilinde genç anlamına gelir, genç savaşçı, zarif prens hatta “genç ayı” anlamına geldiği de söylenen kelimedir. Romanının ana karakteri bir kadın olan ‘Ursula’ ile aynı anlama sahip olması sadece bir tesadüf olamayacak kadar ince bir göndermedir.
“Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Márquez çocukluğunun
geçtiği Aracataca’yı 1967 yılında kaleme aldığı Yüzyıllık Yalnızlık adlı romanında Macondo adıyla kurgulayıp
romanının içine yerleştirir ve bir söyleşisinde böyle yapmakla amacının
“çocukluk günlerini sanatsal bir dille ardında bırakmak” olarak açıklar. Nitekim kitabının Türkçe çevirisine ne yazık
ki eklenmemiş kapak yazısına da ithaf ettiği ve esinlendiği kişiye kitabını
ithaf eder:
Márquez’in Büyükannesi Tranquilina "Mina" lakaplı IGUARÁN
y COTES (1863-1947) İspanyolca da “sakin kadın” anlamına gelir. Büyükannesi
isminin tam anlamını hayattayken yaşatır gibidir. Ursula da onca olup bitene karşın ayağa
kalkma ve dayanma gücüyle bizi hayran bırakır. Adeta bir dağ gibi tüm o
başına gelen fırtınalara rağmen sessizce öyle durup onların gelip geçişini
izler. Márquez Büyükannesi ile baş kahraman Ursula arasında karakter ve benzeri örtük bir bağ kurmak yerine soyadını vererek bütünüyle açık ve hatta organik bir bağ kuruvermiştir. [1]
Márquez’in yapıtı ortaya koymasında itici gücün kadın
kaynaklı olduğu görülür. Ursula, Amaranta ve Remeidos tüm etkileşimlerde
kendisine uğranılan merkezdir. Márquez, geleneksel kültürün korunduğu ve hâlâ
yoğunluğuna yaşandığı kıtanın coğrafyasında annelerinin manileri,
babaannelerinin öyküleriyle büyümüştür. Sınırsız hayal gücünün kullanıldığını,
zengin imgelerinin yer aldığı, halk irfanının destansı ve şiirsel bir dille
anlatıldığı bu yapıtta, kadınların rolleri, sadece sık tekrarlanan doğurmaktan
çok daha fazla mucizeye kaynaklık ettiği görülür. Bütün ağırlığıyla romanların
içeriğinde etkileriyle ve kurgularında ise kadın karakterleriyle kendisini
hissettirmektedir.
Bu söylenenlerin metin çözümleme esnasında karşılığını bulmak istediğimizde kahramanları ve bağıntılarını incelemek gerekir. Bu kahramanlar geçidinde ana karakterin kim olduğu veya kitabın hangi bağlamda okunması gerektiğini anlamak için ana karakterlerin diğer karakterlerle bağıntılarına bakmalı. Yüzyıllık Yalnızlık’ta en az bir etkileşimi olan 62 karakter vardır, toplam karakter sayısı ise 71'dir; bunların arasında ortalama 6 iken, en az 1 ve en fazla 33 etkileşimi olan karakterler var, ki bu Ursula’dan başkası değildir.
Metin dilbilimsel çözümleme yapılırken öyküdeki yinelemeler; bir
metnin anlamını kurgulamada oldukça önemlidir. Yazarlar, anlatıdaki bazı
durumların nesnelerin ya da kişilerin değişimi, dönüşümü ya da noktasal
değişkenlikler içeren olayların anlatı boyunca yinelenmesiyle oluşur[2].
Metindeki yinelemeler tek bir sözcüğün, sözcük öbeğinin ya da bir tümcenin
tekrarlı kullanımı biçiminde yapılabilir. Metnin üretiminde yinelemelerin
kullanımı, metnin anlaşılmasında ve hedeflenen iletinin okura doğru olarak
aktarılmasında son derece önemlidir[3]
Kitapta yinelenen sözcüklerle kapaktaki ismini
karşılaştırmayla çıktığımız yolda bir çıkmaz sokak belki de bir şaşırtmaca bizi
bekler. Dostoyevski’nin Kumarbazı gibi bazı kitaplar kapaklarıyla içeriklerini
anlatırlarken, bazıları sadece merak uyandırmak ister ve sırrı öğrenmek için
kitabın sayfaları arasında gezinmeliyken bazıları ise bizi şaşırtmak için
yazılmışlardır ve kapaklarındakinden bambaşka bir anlamı işaret ederler Örneğin
“Üç Silahsörler” kitabı üç silahşörleri değil dördüncü silahşör olan D'artagnan’ın
hikayesini anlatır. İşte Yüzyıllık
Yalnızlık’ın bu sözcük odaklı teknik analizlerinin sonuçları hayli
ilginçtir.[4]
Metinsel analizin görselleştirilmesiyle ortaya çıkan sonuç aşağıdaki gibidir.
Örnekle ele almak gerekirse 1928 yılında gerçek hayatta yaşanmış ve muz işçilerinin toplu katlini apaçık söylemek ve güç odaklarının tepkisini çekmek yerine kitabında bunu hayali bir olaymışçasına anlatır. Hatta pek çok kişinin bu olayı hatırlamadığını söyleyerek toplumsal balık hafızasını ironik bir dille eleştirir. Soyluluğu temsil eden altından lazımlığın bir zaman sonra sadece altın kaplama olduğu ve içinin sahte olduğunu söylerken soyluluğu ince bir istiare ile yerer.
Eser, gerçek dışı ve kurgusal unsurlar içermesi nedeniyle büyülü gerçekçilik ya da olağanüstü gerçek türüne dahil edilmiştir. Dışarıdan bakan birine gerçek dışı ya da en azından alışılmadık gelen şeylerin başında Buendia'ların doğum, ölüm, savaş, hastalık ve hatta hava durumu gibi olgulara verdikleri tepki ve bunları açıklama biçimleri gelir. Macondo'da hava sıcak olduğunda, o kadar sıcak olur ki insanlar ve hayvanlar çıldırır ve kuşlar evlere saldırır. Uzun bir yağmur döneminin haftalar değil, dört yıl, on bir ay ve iki gün sürdüğü hatırlanır. Bölgeyi bir veba vurduğunda, bu sıradan bir öldürücü değil, insanların en sıradan nesnelerin isimleri ve kullanımları da dahil olmak üzere her şeyi yavaş yavaş unutmasına neden olan bir "uykusuzluk vebası "dır. Hafıza kaybıyla mücadele etmek için köylüler sandalyeleri ve saatleri etiketler ve hatta ineğe bir tabela asarlar:
"Bu inek. Süt vermesi için her sabah sağılmalı ve sütü kaynatılarak kahve ve süt yapmak için kahve ile karıştırılmalıdır."
Jorge Luis Borges’i tanımadan Gabriel García Márquez’i
tanımlamak eksik olacaktır. Onun yazım tarzına öykündüğünü pek çok kez dile
getirmiştir. Hatta Nobel ödülüne aday gösterildiğinde kendisiyle aynı anda aday
gösterilen Borges’in kazanacağını düşündüğünü dile getirmiştir.
Borges, dili ve kelimeleri anaforlar oluşturacak şekilde kurgular. Okurlar okudukça bu girdapların içerisinden asla kurtulamayacakları büyülü sözcükleri söylemiş gafillerdir. Kitaplarında paradokslara yer veren ve hatta paradoksal yazım tekniğinin ustalarından Borges’ten yöntemini ödünç almış görünür.
Romanda çingeneler büyük önem taşır çünkü onlarla birlikte yeni icatlar ortaya çıkar ve ilk José Arcadio Buendía'nın simyaya olan ilgisini onu deliliğe sürükleyecek kadar teşvik ederler. Aslında zamanda değişmeden kalmak isteyenlerle dışarıda delice akan bir değişim nehrinin sularını alıp getirerek Macondolulara içirip onları yoldan çıkartmak isterler. Göçebelerden Melquiades, ölümüne kadar aileyle birlikte yaşayan ve ancak yüz yıl sonra çözülebilen bazı el yazmaları bırakan ve esere son bölümde bir kapanış veren merkez üssüdür. Fakat aynı zamanda bir kahin olarak tanrısal yetilere sahip gizemli bir karakterdir. "Yüzyıllık Yalnızlık "ın sonlarına doğru bir karakter, ailesinin tarihinin yaşlı bir çingene tarafından "zamanın yüz yıl öncesinde" kaydedildiği parşömen bir elyazması bulur. Yazar "olayları insanoğlunun alışılagelmiş zaman sırasına göre değil, bir asırlık günlük olayları tek bir anda bir arada olacak şekilde yoğunlaştırarak" yazmıştır. Anlatı, hafıza ve kehanetin, illüzyon ve gerçeğin birbirine karıştığı ve çoğu zaman aynı göründüğü bir sihir ve hatta büyü gibidir. Sanskritçe yazılmış gizemli sözcükleri okuyup bir soyun ortadan kalkacağını önden bilen ve söyleyen olması onun zamanın neden etki veya öncelik sonralık veya zamanda öğrenme gibi insani zaaflardan müstesna olduğunu gösterir. Olay örgüsünün sonunda açıkça belirtilen kehaneti gerçekleştirmek için her karakterin başına yürek burkan ve beklenmedik bir olay gelir...
"çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen ırkların yeryüzünde ikinci bir şansı yoktu".
Kitabın yaşamı ve
özgünlüğü, kuşakları aşan, torunlarının yaşamlarına rehberlik etme ve soylarını
devam ettirme misyonuyla karakterlere yansıyor. Romanın sonu, hikaye boyunca
meydana gelen tüm olayların anlatılması ve bilinmeyenlerin çözülmesiyle romana
son bir çekicilik katıyor.
Pi’nin Yaşamı (life of Pi) Yann Martel'in kitabından uyarlanan eser, Pi adlı Hintli bir gencin bir gemi kazası sonrası Bengal Kaplanı Richard Parker ile aynı filikada verdiği hayat mücadelesini anlatıyor gibi gözükse de film boyunca Tanrı ve inanç kavramlarını sorguladığınız destansı bir macera içine adım atıyorsunuz. Filmin sonunda Pi Patel’in
“Okyanusta ne olduğuna
dair sana iki hikâye anlattım. İkisi de geminin neden battığını açıklamıyor. Ve
hiç kimse hangi hikâyenin doğru hangisinin yanlış olduğunu ispatlayamaz. İki hikâyede
de, gemi batıyor, ailem ölüyor ve ben acı çekiyorum. Peki, hangi hikâyeyi
tercih edersin?”
Pi Patel’in bu sorusuna karşılık yazar, biraz
düşünerek ve sesini belirginleştirerek kaplanlı olanı, birinci hikâyeyi
seçtiğini söyler. Patel gülümser, memnun kalan bir ifadeyle şöyle der:
“Ve işte bu, Tanrı için
de böyledir”
İşte tam da Martell gibi Márquez'in yaşanan bir olayı hafızasındaki gibi değil gerçekliğini kabul etmesi ve olağan hayatına devam etmesi mümkün olan bir şekilde hatırlar.:
"...Çünkü o anda Güzel Remedios'un ayakları yerden kesilmiş, uçmaya başlamıştı. O sıralarda nerdeyse tamamen kör olan Ursula, bu belirgin esintinin ne olduğunu anlayabilen tek kişi oldu ve çarşafların ucunu koyvererek Güzel Remedios'un kendisiyle birlikte havalanarak uçuşan çarşaflar arasında el sallayışını seyretmeye koyuldu. Çarşaflar ve Güzel Remedios, dalya çiçeklerinin, ağustos böceklerinin arasından yükseldiler, saat dördü vurduğunda en yükseklerden uçan kuşların bile erişemeyeceği bir yükseklikte gözden kaybolup gittiler.
Tabi ki yabancılar, anlatılanlara inanmadılar ve Güzel Remedios'un, eşkıyalar tarafından kaçırıldığına ve kaçınılmaz yazgısına boyun eğdiğini, ailesinin de, bu uçma masalını uydurarak onun onurunu kurtarmaya çalıştıklarını düşündüler."
Güzel Remedios'un gökyüzüne uçtuğuna mı yoksa eşkıyalar tarafından kaçırıldığına mı inanmak daha kolay kabul edilebilir tartışılırsa da ilkinin insanları etkilemekte başarısı tartışılmaz. Zaten klasikleri klasik yapan şey alelade şeyleri olağanüstü bir şeye dönüştürmek ve ve olağanüstü şeyleri de en sade biçime indirgeyebilmek değil mi?
Bilgi ve ona duyulan tutkunun sonuçlarını ironik bir üslupla ortaya konur. Başından itibaren Buendía'nın bölgenin coğrafyası hakkında hiçbir şey bilmediği söylenir. Haritaları ve pusulaları sevmeye başlar, ancak nerede olduğuna dair hissi büyük ölçüde kendisine aittir. Usturlap ve sekstantla oynar, ama karakteristik bir aşırılıkla, "öğleyi tespit etmek için kesin bir yöntem oluşturmaya çalışmaktan" neredeyse güneş çarpmasına yakalanır. Bu kitap, hükümetlerin ya da kamu kayıtlarını tutan türden resmi kurumların değil, İbrahim'in ilk torunları gibi, en iyi tek bir aileyle olan ilişkileri açısından anlaşılabilecek bir halkın tarihidir. Bir anlamda, José ve Ursula hikayedeki tek iki karakterdir ve tüm çocukları, torunları ve torunlarının torunları onların güçlü ve zayıf yönlerinin çeşitlemeleridir. Bilinmeyenden sonsuza dek etkilenen José, diğer şeylerin yanı sıra altın yapmak, okyanusu keşfetmek ve Tanrı'nın fotoğrafını çekmek için proje üstüne proje, icat üstüne icat yapar. Sonunda delirir, eşyaları parçalar, Latince dışında konuşmayı reddeder ve aile bahçesinin ortasındaki dev bir kestane ağacına bağlanır. Kazanan bilgi değil bilgeliktir. Bilgi peşinden koşanlar aklını yitirirken onun tüm itkilerine rağmen duradurmayı başaranlar ayakta, hayatta ama en önemlisi aklı başında kalır. Çünkü felaketten sonra parçaları onaran ve evi süpürüp temizleyen Ursula'dır; kendi çocukları yetişkinliğe ulaştıktan çok sonra bile çeşitli çocukları yetiştirmeye devam eden odur ve 114 ya da 122 yaşına kadar güçlü ve aklı başında kalan odur.
[1]
https://gw.geneanet.org/tinagaquer?lang=fr&n=iguaran+y+cotes&oc=0&p=tranquilina+mina&type=fiche
[2]
Günay, D. (2003). Metin Bilgisi, İstanbul: Multilingual Yayınları
[4]
https://medium.com/@finalfire/one-hundred-years-of-solitude-how-i-analyzed-my-favorite-book-6c20456480c8
Yorumlar
Yorum Gönder